Kaldırıma çöküp ağlamak zorunda
olduğumuzu hissettiren şey bir zamanlar bizim aşkımızdı. Bize hiç acımadı.
Ama
hiçbir zaman kavrulmayı göze alarak yaşamadık o aşkı.
Göz göze gelmeye korkan
iki küçük çocuktuk o zamanlar. Birbirimizi tanımaya cüret edemediğimiz gibi,
gözlerimizin içine bakıp sevdiğimizi de söyleyemedik. Belli etmeye çalıştık,
montumuzu yan yana asarak ya da birbirimizi kırarak. İnanmak istedik çünkü
sevgilim, iki insan birbirini seviyorsa birbirini kırardı en güçlü yerlerinden.
Arkasına bile bakmadan çeker giderdi seven insan. En azından bizim aşkımız bize
başka seçenek sunmamıştı. Biz de zaten hiçbir zaman doğru seçeneği seçemeyecek
kadar çalışmamıştık dersimize. Ama biz birbirimizi sevmenin bizim için korkunç
olacağını bile bile sevdik.
Yaralarımıza üfledik, yaralarımıza. Altı çizili
cümleler olan kitaplar verdik birbirimize. Bir yerde okumuştum, altını
çizdiğimiz cümleler bizim yaralarımızmış. Yaralarımızı gösterdik birbirimize.
Tesadüflere inanmayı seçtik. Aynı şairleri seviyor olmamız mı buluşturdu acaba
bizi? Orhan Pamuk gibi sevdik birbirimizi. İzmaritlerimizi topladık
küllüklerden. O sigaralar birbirimizi düşünerek içilmiş olsun istedik. Lakin bu
aşkın sonunu hiç bilemedik. Birbirimizi büyüttük orası doğru ama belki de
beraber büyümemiz gerekiyordu. Yan yana uyurken, birbirimize gülümserdik.
Bağıra çağıra şarkılar söylerdik birbirimize, dışarıdan bakanlar kavga ediyoruz
zannederlerdi. Belki de kavga ediyorduk. Bizim hiç normal bir ilişkimiz olmadı
çünkü biz zaten normal insanlar değildik.
Bir gün hayatımız, kurduğumuz bütün
hayaller başımıza yıkıldı sevgilim. Bir gün rüyadan uyandık. Çünkü ben bir
şizofrendim ve bu aşk asla olmadı. Ne ben seni tanıdım, ne de sen beni. Sen aslında
yoktun ve ben de bir şizofrenin hayal ürünüydüm.
Bu aşk hiç adil değildi ve biz
yaşayan insanlar değildik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder