keşke tek kavgamız, senin banyonun giderini tıkayan saçların olsaydı. ama gitgide en nefret ettiğim şeye dönüşüyorum; bir pazar gününe. bu daha mı iyi acaba, beni terketme sebebinin çok hevesli bir cumartesi gecesine benzemem olduğunu düşünürsek? sen gittin ama ben hala pazara bağlayan gece saat 4’üm, seni düşününce. allahla aramız bozuk, bayadır istediğim şeyleri bana vermiyor. bana verdiklerini de ne kadar istemiştim ki zaten?
farklı kaldırımlarda göz göze gelelim sen bana olduğum kaldırımı dar edersin. anlatamam da hevesimi, denerim de yani işte…
acı yedikten sonra ağzından içeri soğuk hava girmesi gibi, mide ağrısını sodanın geçirmesi gibi bir ferahlıktı seni sevmek. şimdi yeni bir şey söylemeye de korkuyorum, eskisinin üstüne bir şey söylemeye de. bu korku da insana bir cengaverlik vermiyor açıkcası. kaç biraya o cesarete kavuşurum o da meçhul. biraz kurşunların önüne atlamaya benziyor. sana zarar veremem ama sözlerini de göğsümde yumuşatamam. ama yani sana da kırgınım, çünkü sen anlamıştın başımı göğsüne koyduğumda her şeyin yoluna girdiğini. benim içimde hala biraz çocuk kaldığımı da görmüştün bana o ruhuma bakan gözlerinle.
şimdi seninle geçirdiğim güzel günlere bakıyorum da, çok istediği bir oyuncağa sahip olmuş bir çocuk gibiydim. ama bir gün oyuncak kırıldı. o oyuncaklar zaten hep bir gün kırılır. ya bize bir şey öğretmek için (öyle derler) ya da öylesine; baya hayatın şerefsizlik yapası gelir. ya da ortada hiçbir şey yokken o oyuncağı arkadaşına verirler.
elinde hiçbir şeyle kalırsın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder